20 Mayıs 2016 Cuma

KARADENİZ'DE KUVVET KULLANMA VE İTTİFAK İLİŞKİLERİ



1. ÖNCESİ

Türkiye'nin Karadeniz'e yönelik temel politikası; istikararın idamesi ve RF ile Batı bloku arasındaki dengenin gözetilmesi hedeflerine dayanmaktadır.
2000'li yılların başından itibaren pekiştirilmeye çalışılan "Bölgesel Sahiplik" anlayışı da bu politikanın önemli bir boyutunu teşkil etmektedir.
Ukrayna ve özellikle Kırım'da meydana gelen gelişmeler Karadeniz'e kıyıdaş bazı ülkeler arasındaki olumlu işbirliği atmosferini olumsuz etkilese de, Türkiye'nin Karadeniz'de deniz güvenliğinin öncelikle kıyıdaşlar tarafından sağlanmasına ilişkin bu tutumu sürmektedir.
Bu kapsamda, Türk Deniz Kuvvetleri tarafından;
-Bölge ülkelerinin katkı ve katılımıyla gerçekleştirilen BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekatı (KUH) gibi bölgesel inisiyatiflere liderlik edilmekte, etkinliklerinin artırılmasına gayret gösterilmekte,
-Bölge dışı ülkelerle geçiş tatbikatları (PASSEX) haricinde Karadeniz'de tatbikat icra edilmemekte, sadece kıyıdaş ülkeler arasındaki veya kıyıdaşların birinin davetiyle yapılan tatbikatlara iştirak edilmektedir.
Karadeniz Uyumu Harekatı kapsamında Türk Deniz Kuvvetleri unsurları, keşif gözetleme faaliyetlerinden elde edilen bilgileri ilgili NATO Karargahları ile kesintisiz olarak paylaşmaktadır.
NATO'nun Karadeniz'deki askeri faaliyetleri kapsamında ise İttifak, Ukrayna'daki krize mukabele bağlamında olası tehditlere karşı caydırıcılık, kolektif savunma ve ittifakın dayanışma ve bağlılığın sürdürülmesi maksadıyla bir güvence tedbirleri programı yürütmektedir.
Türkiye'nin ittifak yükümlülükleri kapsamında, NATO Daimi Deniz Görev Gruplarının Karadeniz'deki kapsam ve amacı sınırlı olan faaliyetleri, kutuplaşma ve kontrolsüz bir tırmanmaya sebebiyet verecek şekilde kışkırtıcı olmama ve Türkiye'nin Karadeniz'deki bölgesel sahiplik politikasını zedelememe koşuluyla desteklenmektedir.
Türkiye ittifak sorumluluklarını yerine getirmekle birlikte ilgili tüm tarafların yararına olan Karadeniz'deki barış ve istikrarın temelde kıyıdaş ülkeler arasındaki güven ve koordinasyonun teşvik edilmesi ile temin edilebileceğine inanmaktadır.

2. MEVCUT DURUM
a.Bölgesel Durum Değerlendirmesi
(1) Karadeniz'de 2008 yılında başlayan Gürcistan Krizinin etkileri, Ukrayna ve Suriye ile mukayese edildiğinde nispeten daha hafif olmuş; hem sivil, hem de askeri tarafta sürdürülen temkinli ve dengeli politikalar ile özellikle Karadeniz bölgesinde uzun zamandır sürdürülen "Bölgesel Sahiplik" temelindeki yaklaşımlar devam ettirilmiştir.
(2) Ancak 2014 yılında Ukrayna ile başlayan, müteakiben Eylül 2015'de Rusya'nın Suriye krizine fiili olarak müdahil olmasıyla devam eden süreçte oluşan yeni denklem, mevcut belirsizlikleri daha da artırmış, Karadeniz'den sonra Doğu Akdeniz'de de istikrarın bozulmasına, tehdit değerlendirilmesinin güncellenmesine sebep olmuştur.
(3) Ukrayna krizi ile birlikte daha fazla hissedilen Batı bloku ve Rusya arasındaki küresel ölçekli jeopolitik rekabet, Ortadoğu coğrafyasına da sirayet etmiş, bölgesel istikrarı bozucu olumsuz etkileri de beraberinde getirmiştir.
(4) Mevcut durum itibariyle RF askeri, ekonomik ve siyasi alanda Ukrayna'ya yönelik baskılarını devam ettirmektedir. 21 Şubat 2015 tarihli Minsk Ateşkes Anlaşması Ukrayna'nın doğusundaki ayrılıkçılar tarafından ihlal edilmekte, RF ise bahse konu ayrılıkçılara örtülü destek vermenin yanında, Ukrayna sınırındaki askeri birliklerini bekletmeye devam ettirmektedir.
(5) 24 Kasım 2015'te Rusya ile yaşanan uçak krizinin kaçınılmaz olarak Karadeniz'e de yansımaları olmuştur. Rusya-Ukrayna krizi sonrası BLACKSEAFOR faaliyetleri askıya alınmış ve Rusya KUH kapsamında görevli irtibat subayını geri çekmiştir.

b.Güvenlik Durumu
(1) RF'nin Karadeniz'e yönelik olarak askeri modernizasyon ve konuşlanma faaliyetleri kararlı bir şekilde devam etmektedir. Karadeniz'in RF'nin stratejik hedeflerine ulaşması açısından sahip olduğu önem nedeniyle Karadeniz donanmasının modernizasyonu ve genişletilmesi hususlarına hız verilmiştir. Bu kapsamda, müteakip dönemde 4 adet KILO-II sınıfı denizaltı, 3 adet ADMIRAL GRIGOROVICH sınıfı fırkateyn ve 3 adet BUYAN-M sınıfı korvetin RF Karadeniz Donanması envanterine girmesi ile RF bölgede önemli bir caydırıcı güce sahip olacaktır. Mevcut durum itibariyle 2 adet KILO-II sınıfı denizaltı ile 2 adet BUYAN-M sınıfı korvet 2015 yılında Karadeniz Donanmasına katılmıştır. ADMIRAL GRIGOROVICH sınıfının ilk gemisi önümüzdeki günlerde Karadeniz Donanmasına katılacaktır.
(2) RF, Kırım'a konuşlandırdığı hava savunma (SA-10 (150 km), SA-20 (200 km), SA-21 (400 km)), karıştırma sistemi ile gözetleme ve elektronik harp imkanları, muharebe uçakları ve sahil savunma sistemleri (SSC-X-6 URAN (80 nm) ve SSC-X-5 YAKHONT (324 nm)) ile Karadeniz'de önemli bir güç çarpanı elde etmiştir. Diğer taraftan RF'nin, bölgedeki eski Sovyetler Birliği nükleer silah muhafaza tesislerini yenileme faaliyetleri de sürmektedir.

3. SONUÇ
a. Türkiye-Rusya arasında yaşanan gelişmeler neticesinde, Karadeniz'e sahildar devletlerin ve üçüncü tarafların Türkiye'yi, Rusya'ya karşı Karadeniz'de teşkil edilecek yeni bir oluşumun içine çekmeye çalıştığı, özellikle Romanya tarafından bu doğrultuda argümanlar üretildiği görülmektedir.
b. Son zamanlarda düzensiz göçle mücadele kapsamında Ege Denizinde faaliyet icra eden NATO Daimi Deniz Görev Grubu-2'nin ikiye bölünmesi ve bir kısım unsurunun Karadeniz'e sevk edilmesi ile yakın gelecekte teşkil edilmeye çalışılan "Karadeniz Deniz Filotillasına" zemin hazırlanmaya çalışıldığı İzlenmektedir.
c. 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde Varşova/ Polonya'da yapılacak NATO zirvesinde NATO'nun hazırlık eylem planları kapsamında ittifakın belirli bölgelerde askeri güç oluşturma ve geliştirme tedbirleri gündeme gelebilecektir. Burada Karadeniz'e kıyıdaş diğer ülkelerin her türlü platformda dile getirdiği NATO'nun Karadeniz'de Deniz Filotillası kurması hususunun da gündeme gelmesi söz konusudur.
ç. Bahse konu bu girişimin, Türkiye'nin çıkarlarına ve Türkiye'nin Karadeniz jeopolitiğine çok büyük zararlar vereceği değerlendirilmektedir. Karadeniz'de NATO'nun bu kışkırtması, yanı başımızdaki güçlü bir askeri yeteneğe sahip Rusya'yı daha da agresifleştirecektir. Bu durum bölgesel ve küresel barışa katkı sağlayan ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile yaklaşık 80 yıldır bir barış ve istikrar denizi olan Karadeniz’i istikrarsızlaştıracağı tartışılmazdır.
d. Bu çerçevede, Karadeniz'de "Bölgesel Sahiplik" politikamızdan ve Karadeniz'de deniz güvenliğinin önemli bir mihenk taşı olan Montrö Rejiminin idamesinden taviz verilmemesi, öncülük ettiğimiz inisiyatiflerin aşındırılması veya mevcudiyetinin sorgulanması hususuna mahal verilmeyecek şekilde hareket edilmesi önem arz etmektedir. Kıyıdaş devletlerin provakatif yaklaşımlarına ve bölge dışı aktörlerin Karadeniz'e etki etmesine sebebiyet verebilecek yönlendirmelere ihtiyatlı yaklaşılmasının hayati olduğu değerlendirilmektedir.

19 Mayıs 2016 Perşembe

KARADENİZ POLİTİKAMIZ

Türkiye’nin Karadeniz politikası “NATO Karadeniz’e girmesin” değildir ve önceden de olmamıştır. Zaten Kıyıdaş ülkelerden Türkiye, Romanya ve Bulgaristan’ın NATO ülkesi olması, Ukrayna ve Gürcistan’ın da NATO ortaklarından olması başlı başına bu yanlış düşüncenin doğasına aykırıdır.
Türkiye'nin geçmişteki politikalarıyla ters tutumlara girmemelidir;
- Karadeniz’in esas sahipleri buranın kıyıdaşlarıdır. Buranın kaderine yönelik verilecek kararlar başta kıyıdaşların olurundan geçmelidir.
- Bölgenin Euro-Atlantik güvenliği için önemi nedeniyle, NATO-AB ile de iş birliği içerisinde faaliyetler yürütülmeli, bölgedeki gelişmelere ve deniz trafiğine yönelik bilgiler başta NATO olmak üzere ilgili küresel/bölgesel aktörlerle paylaşılmakta ve buna devam edilmelidir.
- Ancak, bölgedeki kutuplaştırmayı artırıcı, kıyıdaş bir ülkeyi hedef alan veya tahrik eden, daimi oluşumlara NATO komutası altında denizde varlık gösterebilecek görev güçleri kurulmamalıdır.
- Bölgede halihazırda Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik girişimleri, askeri faaliyetlerini ve modernizasyon gayretlerini artırmasıyla yaşanan güvensizlik ve istikrarsızlığın nihai olarak tekrar bölge ülkelerinin kendi aralarında anlaşması veya birbirlerini ikna ederek çözmelidirler.
- Bu esnada, tabi ki diğer ihtimallari de dikkate almak gerekiyor. İstikrarı bozan Rusya’nın askeri gücüne karşı önlemler alınması çerçevesinde İttifak üyeliğinden kaynaklı sorumluluklar yerine getirilerek, muhtemel tehditlerden korunma anlamında özellikle Kara/kıyı bölgelerinde NATO desteğiyle birlikte ilave önlemler alınmaya devam edilmelidir. Bu önlemler hiçbir zaman Rusya’nın daha da agresifleşmesi için kullanılmamalıdır. Denizden NATO birliklerinin bölgede varlık göstermesi Montrö Sözleşmesinin süre, tonaj ve amaç sınırlamaları çerçevesinde gerçekleştirilmeli, Sözleşmenin limitleri zorlanmamalıdır.
- Bölgede mevcut bölgesel iş birliği mekanizmalarının iş birliği ruhundan istifade edilmelidir. Bunları daha da etkin hale getirerek, ya da  ilave kapsayıcı iş birliği önerileri de teklif edilerek yolumuza devam edilmeli, NATO unsurlarıyla çeşitli aktiviteler vb. yapılması planlanmalıdır.
- Tabi ki bu işbirliği ruhu devam ederken Türkiye yakın gelecekte kapsamlı çatışmalara hazır olma potansiyeli bulunan Rus tehlikesinin de farkında olarak milli seviyedeki askeri kabiliyetini geliştirmek durumundadır.

25 Nisan 2016 Pazartesi

RUSYA İLE İLİŞKİLER -3

Türkiye ile Rusya yüzyıllar boyunca aynı denizi paylaşmış ve çıkarları neredeyse bire bir örtüşen iki devlet konumundadır. Ülkeler ortak çıkarlarına ulaşmak için uzun yıllar sıcak savaşa varan mücadelelere girişmiş ancak özellikle 90'lı yıllardan itibaren çatışmayı değil karşılıklı anlaşmayı esas alan yaklaşımlarla bölgeye huzur gelmesine katkıda bulunmuşlardır.

Denizde de durum çok farklı değildir. Türkiye ile Rusya arasında ortak deniz olan Karadeniz'in güvenliği için senelerce başarılı bir süreç yürütülmüştür. Ortak tatbikatlar ve ortak harekatlarla Karadeniz'de emniyetli bir ortam yaratılmıştır.

Ancak son yıllarda özellikle Putin'li Rusya'nın yayılmacı politikası iki ülke ilişkilerine gölge düşürmüştür. Rusya Suriye'de ülkemizin çıkarlarına aykırı bir şekilde varlık gösterince hükümet sınır ihlalleri yapan Rus uçaklarının düşürülmesine neden olabilecek çok yanlış angajman kuralları ilan etmiş ve yine bir sınır ihlalinde Rus uçağı angajman kuralları ile düşürülmüştür. Rusya'nın bu duruma tepkisi çok sert olmuş ve Türkiye ile ilişkilerini rafa kaldırmıştır. Ayrıca Rusya ile olası bir savaştan korkan batı dünyası da Türkiye'ye uçak düşürme olayından dolayı büyük tepki göstermiş, NATO'dan Türkiye'nin ancak saldırıya uğraması durumunda savunulacağı, savaşı başlatan taraf olması durumunda yalnız kalacağına dair mesajlar verilmiştir.

Rusya ile oluşan bu kriz ülkemizin gerek ekonomisine gerekse de itibarına büyük zararlar vermiş ve vermeye devam etmektedir. Zaten durumun vehametini anlayan hükümet yetkilileri Rusya'ya türlü aracılar göndererek af dilemekte ve tekrar eski günlere dönmek için ricada bulunmaktadır. Ancak Rusya'nın resmi özür ve tazminat taleplerinin kendilerini iç politikada zayıf göstereceği endişesi ile buna yanaşmamaktadır.

Ancak devletin her kademesinde mevcut acziyetin silahlı kuvvetlerde de olduğunu söylemek çok zor. Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu'nun Harp Akademilerinde ki Uluslararası Deniz Gücü ve Güvenliği Sempozyumu'nun açılış  konuşmasında Rusya krizine ilişkin söylediği sözler insana devlette aklı başında birileri varmış dedirtiyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı, "Rusya Federasyonu'nun çeşitli sıkıntılar çıkarmasına rağmen işbirliği yürütmeye devam ediyoruz, işbirliği sonuç getirecektir." diyerek diplomat ve uzlaşmacı kimliğini ortaya koymuş ve sıkışan siyasete alan açmıştır.

Bu konuşmanın 40 ülkeden 1153 davetli önünde yapılmış olmasının da ayrı bir önemi bulunmaktadır. İç politikaya hitap eder gibi yapılan Dış politika açıklamaları ile ülkemizi dünya önünde rezil eden siyasilerin aksine çözümcü ve uzlaşmacı bir kimlikle yapılan Rusya açıklaması hem yabancı ülke temsilcileri tarafından memnuniyetle karşılanmış hem de siyasilerin üzerine bina edebileceği bir yaklaşım ortaya koymuştur.

Komutan ayrıca Akdeniz ve Ege'de türlü dertlerle uğraşan Deniz Kuvvetlerinin Karadenizde fazladan bir çaba sarf etmesine engel olarak kısıtlı deniz kuvvetleri kaynaklarımızı yerinde kullanmaya gayret etmektedir ve bu yönden gösterdiği çaba da takdire şayandır.

20 Nisan 2016 Çarşamba

RUSYA İLE İLİŞKİLERİMİZİN DEVAM ETMESİNDEN DAHA DOĞAL NE OLABİLİR Kİ?

İngiltere ve Arjantin arasında Falkland Adaları için başvurulan silahlı mücadeleye her iki ülke de savaş nitelemesinde bulunmamaktadır. Bunun nedeni iki ülkenin de fiili bir silahlı çatışma içinde iken dahi, diğer tüm alanlarda ilişkilerini sürdürmeleridir. Hatta bu dönemde İngiltere, Arjantin’den sığır eti ithalatına devam etmiş, belki de ülkesi için çarpışan Kraliyet Donanması personeli Arjantin etini tüketmeye devam etmiştir.

18 yy.dan itibaren ülkeler en gerilimli anlarda dahi çıkarları doğrultusunda düşman ülkelerle siyasi, ekonomik, kültürel ilişkilerine devam etmek zorunda olduklarının farkına varmışlardır. Bunun nedeni biraz önce ifade edildiği sadece çıkar kokan reelpolitik hesaplar değil, ayrıca gerginlikten barışa geçiş süresince kolaylaştırıcı sonuçlar doğuran pragmatik nedenlerdir. Bu pragmatizmin kolaylaştırıcı sonuçları şunlardır;

Her şeyden önce diplomasiye açık bir kapı bırakması ve

Hala ilişkileri sürdürmek için birkaç nedenin var olmaya devam etmesidir.

Rusya ile Deniz Kuvvetlerinin içinde rol aldığı paydaşlık Karadeniz’dir. Bu tür bir ortaklığın olmadığı Karadeniz’in nasıl hegemon güçlerin bir arenasına dönüşebileceğinin Rusya ve Türkiye farkındadır. Deniz Kuvvetlerinin, Başbakan veya Dışişlerinden ilişkilerin koparılması yönünde bir direktif almadığı sürece ilişkilerini sürdürmesinden daha doğal bir yaklaşım tarzı olamaz.

Gambot diplomasi pahalı, zahmetli ve uzun erimli bir siyasettir, sadece bir uçağın düşürülmesi ile bu tür bir birikimin heba edilmesi ise Kasımpaşalılık değil, olsa olsa ahmaklık olur.

Ufkunuz açık, denizleriniz sakin, dostunuz bol olsun...

19 Nisan 2016 Salı

GÖZ OLA UFKUN ÖTESİNİ GÖRE, AKIL OLA BAŞA GELECEĞİ BİLE...(TÜRKİYE, RUSYA İLİŞKİLERİ-1)..

Sevdiğim atasözlerinin başında geliyor bu anlamlı söz. Biraz değiştirdim konuyla irtibatlandırmak için. Üç tarafı denizlerle çevrili yurdumun yüzünü daha çok denize dönmek zorunluluğunu da vurgulamak için "dağ" kelimesinin yerine "ufuk" kelimesini tercih ettim. 

Deniz Gücü ve Güvenliği Sempozyumu, Deniz Harp Akademisi tarafından organize edildi ve çok sayıda yerli/yabancı katılımcının yoğun ilgisini çekti. Son derece kaliteli sunumlar ve bildiriler yapıldı sempozyum süresince. Biraz da ülke gündemiyle alakalı olduğu için belki, benim dikkatimi Deniz Kuvvetleri Komutanı Sayın Bostanoğlu'nun konuşmasındaki Rusya kısmı ilgimi çekti.

"Rusya ile yaşanan sıkıntılara rağmen, işbirliğimiz devam etmektedir" dedi Bostanoğlu. Tam da aklımdan geçenleri tam da olması gerektiği yer ve zamanda söyledi. Bu konuşmayı hazırlamak ne kadar zamanınızı aldı, üzerinde ne kadar düşünerek sarf ettiniz bu sözleri sorusunun cevabı, 3 saat, 1 gün vs. olamaz kesinlikle. 1970 yılından bu yana şerefle taşıdığı üniformasıyla 46 yılda elde ettiği bilgi ve tecrübe birikiminin bir ürünüydü bu konuşma.

Göz ola ufkun ötesini göre... Bostanoğlu, ufkun ötesini görerek yaptı bu konuşmasını. Bölgesinde giderek yalnızlaşan, Rusya ile sadece Karadeniz'de değil, artık Suriye ve Doğu Akdeniz'de de komşu olan Türkiye'nin bugünki gerçeklerini ve gelecekte karşılaşacağı muhtemel problemleri bir denizci vizyonu ile görerek...

Düşürülen bir uçak nedeniyle, ki bizim düşürdüğümüz bir savaş uçağı, Rusya gibi bir güce sırt çevirmek. işbirliği kanallarını tıkamak ne diplomasi ne de askeri gereklilik ile bağdaşmayacak bir yaklaşım olacaktır.

1992 yılını hatırlayalım. ABD savaş gemisi Saratoga'dan atılan güdümlü mermiler ile şehit olan 5 denizci, 22 yaralı ve hurda haline gelmiş bir Türk savaş gemisi. Sonrasında ne ABD ne de Türkiye soğukkanlılığını kaybetmemişti. Olayın mağduru biz olmamıza rağmen uluslararası diplomasi ve güç dengelerini dikkate alarak bir tutum geliştirdik.

Bostanoğlu'nun açıklaması da bir tutum değişikliğinin gerekliliğine dikkat çekiyordu. Siyahla beyazı kendi üniformasındaki gibi ayırt etme kolaylığında, Rusya ile ilişkilerin geleceğini kendi perspektifinden ufkun ötesini görebilecek gözlerin önüne seriyordu.

Bizlerin bile takip ederken yorulduğu, zorlandığıbir dönemde komuta etti Bostanoğlu, bu ülkenin yüzünü ağartan, göğsünü kabartan bir kuvvete. Sadece TürkDeniz Görev Grubunun tüm Afrika kıtasını dolaşarak gerçekleştirdiği faaliyet bile onungörev süresini başarılı olarak nitelendirmeye yetecektir. Ayrıca, bu faaliyet deniz gücünün en önrmli diplomasi araçlarından biri olduğunu da bir kez daha göstermiştir. Ki, Bostanoğlu'nun açıklamalarının en önemli dayanağını da teşlik etmektedir.

Gönül ister ki, ufkun ötesini gören gözlere ve gördüğünü söyleme cesaretine sahip bu değerli Amiralin, 46 yıldır şerefle taşıdığı üniformasıyla Ağustos'tan sonra bir sene daha bu vatana ve millete hizmet etme imkanı olur.

Göz ola, ufkun ötesini göre,
Akıl ola, başa geleceği bile...

25 Şubat 2016 Perşembe

NATO EGE'DE NE YAPACAK?

Şansölye MERKEL'in Türkiye ziyareti sonrasında, mültecilerin yasadışı göçü konusunda NATO'nun göreve çağrılması gündeme gelmiştir. Türkiye tarafı da anlaşmanın sağlandığını açıkladı. Anlaşmaya memnunniyetini açıklayan ilk taraf NATO Genel Sekreteri oldu. En güçlü itiraz da Yunan tarafından gelirken Alman kamuoyunda da itiraz sesleri yükseldi.

Akabinde ne olduysa, özellikle Türk kamuoyunda tartışılmadan  Türk, Alman ve Yunan savunma bakanlarının ortak teklifi olarak konu NATO makamlarına sunuldu. Bu teklife tüm NATO savunma makamları atladılar ve kabul ettiler.

Ege'de Türk tarafının, mültecilerin yasadışı göçünde bir zaafiyeti mi vardı? Bu zaafiyetin giderilebilmesi için NATO ne yapabilirdi? NATO'nun bu görevi yapması uluslararası hukuka hatta ulusal hukuka uygun mu?

Bu soruların bir kısmına Genel Sekreter cevap verdi. NATO gücü -ki 3-5 gemiden oluşmaktadır, göçmen gemilerini durdurmayacak, geri çevirmeyecek sadece izleyip bilgiyi paylaşarak suçun önlenmesine katkıda bulunacaktır.

Ege'de bu görevleri yapmak üzere Yunan, Türk Sahil Güvenlik teşkilatları, AB'nin sınır güvenlik teşkilatı olan FRONTEX bazı küçük problemlere rağmen koordinasyon içinde olmalarına rağmen, göçü önleyemezken 4 gemilik bir NATO gücü nasıl engelleyecektir?

Bu göçün NATO'nun 3-5 gemisiyle önlenemeyeceği gibi Ege'deki Türk-Yunan sorunları içine NATO'yu da dahih edeceği kesindir. Peki Türk-Yunan sorunlarına üçüncü tarafların dahil olması kimin yararınadır? Bu sorunu cevabını Mora isyanının başlamasından bu yana tarih vermektedir.

NATO Ege'de;
Aidiyeti Yunanistan'a devredilmemiş ve yunan tarafından 16'sı işgal altında olan 150 üzerindeki ada ve adacıkların karasularında nasıl davranacaktır?

Gayri askeri statüde olan Yunan adalarının karasuyunda nasıl davranacaktır?

Tartışmalı olan karasularında harekat yaparken Yunan tarafına mı Türk tarafına mı bildirimde bulunacaktır?

Türk tarafı karasuları ve hava sahasını 6 mil kabul etmekte, Yunan tarafı ise dünyada uygulaması olmayan bir şekilde 10 mil kabul etmektedir. NATO'nun uçar unsurları ne yapacaktır?

Türkiye ve Yunanistan'nın arama kurtarma sahaları konusunda farklı yaklaşımları var. Yunanistan hemen hemen tüm Ege'yi kendi sahası olarak kabul etmektedir. Yasadışı göçte olayın tabiyatı nedeniyle, arama kurtarma faaliyetleri ağırlık kazanmaktadır. NATO kime göre hareket edecektir, arama kurtarma hangi ülkenin sorumluluğunda olacaktır?

Ege'de FIR sorunu var bu sorun nasıl halledilecektir?

Başta NATO'nun gelişine karşı olan Yunan Savunma Bakanı, egemenlik haklarının garantiye alındığını açıklayarak şimdi bu operasyona destek vermektedir? Kendi basınına ne açıklamarda bulunmuş ve Türkiya'yi neyle suçlamıştır?

Almanya, Yunanistan hatta tüm NATO ülkeleri kamuoyunda bu operasyon tartışılırken, Türk komuoyunda niye tartışılmamaktadır? TBMM onayı olmadan Türk karasularında yabancı askeri gemiler operasyon yapabilir mi?

Yoksa yöntenler kendi Sahil Güvenliği ve Deniz Kuvvetlerine güvenmiyor mu?

Gelelim başlığın cevabına; NATO EGE'Yİ TÜRKİYE'NİN ALEYHİNE KARIŞTIRACAK!!
UYUMA TÜRKİYEM NE OLUR BU SEFER UYUMA...